Zaman bunu hep yapıyor, ilerliyor. Bu ilerlemeler bazen buluşmalara, bazen doğumlara, bazen ölümlere, bazen de mesafelerin artışına eşlik ediyor. Çanlar benim için çalıyor bu sefer. Hiç gitmek istemediğim yere gitmek, hiç çözmek istemediğim soruları çözmek, iyi bir üniversite kazanmak zorundaymışım, öyle diyor herkes. Neye üzülmem gerektiğine karar veremiyorum. Gitmek zorunda olmama mı, bir yıl boyunca soru çözmek zorunda olmama mı, beş yıl okumuş olacağım okuluma veda edecek olmama mı üzülmeliyim? Hepsine birden üzülemez mi insan? Üzülebilir elbet, ben öyle yapacağım mesela.
Dört yıldır birlikte olduğum arkadaşlarımdan ayırıp hepimizi farklı odalara koyan zihniyete öfkem. İnsanları devlet yurtlarından soğutup başka yurtlara geçmek zorunda bırakan zihniyete öfkem. Küçükken dert ettiğimiz şeyler ne kadar da ufak gözüküyor buradan. Haftada yine 20 saat İngilizce dersi olsa keşke, tek derdimiz bu olsa. Korktuğumuz Fransızca sınavları olsa keşke, oturup fiil çekimlerini ezberlesek her defasında, sonra yine unutsak. Sadece metin okuma olsun, yazma ve grammer olmasın diye yalvarsak Osmanlıca hocalarımıza keşke, onlar yine de yazma ve grammer sorsa. Edebiyat hocamız yine Jale Parla okutsa, Topal Şeytan'dan, Doğuda neden romanın gelişememesinden bahsetsek, entelektüel takılsak derslerde keşke. Teneffüs bitince sınıftan yeni çıkan matematik hocamıza "Hocam nereye gidiyorsunuz? Ders başlayacak, teneffüs bitti." dediğimizde "Benim için daha yeni başlıyor." diye cevap verse bize, sonraki derse gelmese yine. Banu Avar yine ateşli, ucundan Faşizm kokan konuşmalar yapsa konferans salonumuzda, Fethiye Çetin geldiğinde Hrant Dink, Ermeni Sorunu konuşulsa, tartışmalar çıksa, Rasim Ozan'ın kendiliğinden sinirlenip bağırarak konuşmalarının tanığı olsak keşke. İlk Ders'e yine bir felsefe profesörü gelse, insan nedir sorunsalını kendi kendine tartışsa, salondaki herkes uyusa. Yurttaki odalarımızın camından zamanın büyükşehir belediye başkan adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nu görsek. Nevruz Bayramı'nda okulun bahçesinde yakılan ateşin üstünden sırayla atlasak keşke. Yurdun yemeklerine, aşçıya küfretsek bol bol. Keşke ayrılırken sevdiğimiz her şeyi yanımızda götürebilsek...
Evet, bugün gitmek zorundayım. Artık sık sık bir şeyler paylaşamam. Hiç zamanı değil gitmenin, farkındayım...
Giderken size güzel bir parça bırakmak istedim: Morning Has Broken. Buram Buram Paulo Coelho kokan Kayıp Gül'den işe yarar tek şey bu parçaydı bence, gerisi fasofiso.
Arada mutlaka uğrayacağım buralara.
Hoşçakalın...
Edit: "Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler." diye başlayan Cemal Süreya (Aşk) şiirini mutlaka okuyun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder