Karar vermek için her şeyin berraklaşmasını beklemek çok saçmaydı, o zaman karar asla ona ait olmayacaktı çünkü. Karar berraklaşan şeylerin kararı olacaktı, zafer de yenilgi de. Bir şey gibi, bir şey gibi kötü ve çirkindi şimdilerde. Mucizelere inanmayı çocukluğunda bırakmıştı zaten, sığınacağı masalları da unutmuştu birer birer o andan başlayarak. Unutmadığı bir kaç şey kalmıştı geriye, bir isim, açık renkli ve kıvrılıp kıvrılmama konusunda kararsız kalmış saçlar. Neredeydi acaba şimdi? Bir başkasının yatağını ısıtıyordu belki de. Belki bir anneydi ya da karşısına değerini anlayan hiç kimse çıkmamıştı henüz. Bencilce davrandığını itiraf etti ilk kez, bırakmamalıydı onu. Hep sevmeliydi. Bu çok tuhaftı. Birini, uzun zamandır aklına gelmeyen birini birden anımsamak ve ona delice aşık olmak. Şimdi onu bulabileceği tek yer odasını dolduran boşluk ve bu boşluğu şereflendirme nezaketini gösteren cılız güneş sızıntılarıydı, keskin sızıntılar.
"However far away, I will always love you.
However long I stay, I will always love you.
Whatever words I say, I will always love you."
Bazen radyoda çalan bir şarkı yetiyordu bir adamın intihar kararına.