27 Ocak 2012 Cuma

Why Go?



Pearl Jam'in Ten albümündeki her parça gibi Why Go da size kendini sevdirir, uyandırdığı değişik bir hüzünle içinizi delik deşik eder. Pearl Jam'in bazı şarkılarını dinlerken isyan etmek, avaz avaz bağırmak istersiniz. Hoş zaten müzik, yaşadıkları hayata isyan etmek için seçtikleri yol...

Pearl Jam'in parçalarının çoğunu solist Eddie Vedder yazar, şarkıların gerçek hayatlardan yola çıkılarak yazıldığı bilmemden midir bilinmez çok etkilenirim. En mutlu anımda bile Why Go, Jeremy vs. hele hele de Black dinlesem tüm keyfim kaçar. Keyfimi kaçırdığı için asla kızmam Pearl Jam'e, kızamam...

Gelelim Why Go'ya. Why Go, uyuşturucu kullanırken annesi tarafından yakalanan ve evden uzaklaştırılan bir genç kzın öyküsünü anlatır. Şarkının sözleri o kadar iyi anlatır ki kızın içinde bulunduğu durumu o kıza dönüşürsünüz, birden o olursunuz.


She scratches a letter
Into a wall made of stone
Maybe, someday another child
Won't feel as alone as she does


Yalnızlık, çaresizlik acaba bundan daha güzel anlatılabilir mi? İşte bu yüzden şarkının giriş bölümünü çok seviyorum. Sevdiğim diğer bölüm ise son bölüm:


She seems to be stronger
But what they want her to be is weak
She could play, pretend
She could join the game, boy
She could be another clone

Bu bölümde de bir şeylerin üstesinden gelmeye çalışan insanların önünde engellerin nasıl da bir bir yükseldiğini görürüz, ne kadar acımasız olabildiğimizi...

İnsanların sahip olması ve sıkı sıkıya koruması gereken en önemli şeyin vicdan, merhamet olduğuna inandığım için böyle şarkılar beni çok üzüyor, daha alınması gereken çok yol olduğunu gösteriyor ve en önemlisi gittiğim her yere cebimde vicdanımı da götürmemi sağlıyor...

Teşekkürler Pearl Jam, teşekkürler Eddie Vedder, teşekkürler Why Go?...




*Görsel: Why go by betiti

20 Ocak 2012 Cuma

Farkındalık Acının Başlancıdır



Aslında Bir Konu Var by Yasemin Mori on Grooveshark

Anlamaya çalışmak çok çaresizce bir çaba. Ne dünyayı anlayabiliyor insan ne de insanları. Ne de Tanrı’sını. İnançsız olmuyor, öylece yürünmüyor sona her gün yaklaştığımızı bildiğimiz bu yolda. Tıkanıyor yollar, birbirlerine sarılıp ufukta eriyorlar. Çok soru, az cevap. İnsan soru(n)ları karşısında aciz, insan kendi sorduğu soruların esiri. Cevaplar yok, cevap aramak diye bir şey yok; arıyormuş gibi yapmak diye bir şey var. Usta oyuncularız hepimiz vesselam! İnsan ne cüretle kendini kandırabileceğini düşünür? Bu ne kendini bilmezlik? Ölmek çok soğuk bir kelime. Ölme eylemi hakkında ise sadece tahminlerim var senin gibi, sizin gibi, tüm ölümlüler gibi. İnsan neden ölümü kabullenmiş bir şekilde yaratılmadı? Neden hep ipucu bulmak, parçaları birleştirip bütüne ulaşmak zorunda? Parçalanmış bir şey yeniden bir bütün olabilir mi? Olmaz, öyleymiş gibi yapar ancak. İmgelerle örülü zihinlerimiz. Peki, sizin aklınıza ölüm deyince ne geliyor? Neden konuşamıyoruz hiç, neden susuyoruz? Neden her zaman her şeyin altından kalkabileceğimizi düşünecek kadar küstahlaşıyoruz? İçimizdeki durmadan soru sorup duran çocuklara hiç tahammülümüz yok, neden bu kadar çok korkuyoruz onlardan? Biliyoruz, biliyoruz onların üstesinden gelemeyeceğimiz kadar güçlü olduklarını. İnsanın içi ölürse dirilişi tekrar mümkün müdür? İnsan içini canlı tutmak için mi yaşar, canlı olduğu sürece mi içi yaşar?

*Görsel mandows.blogcu.com 'dan alınmıştır.

14 Ocak 2012 Cumartesi

Cenneti Düşleyin!



Bu gidişle sadece saf olmayan düşlerimizde kalacak cennet, güzel bir yalan olarak. Düşlemek inanmanın yarısıymış, öyle diyorlar. Peki inanmamak olan diğer yarısı için yapılacak bir şey var mı dostlar? İnanmak yeter mi her zaman ya da insan inandığı şeyde ısrarlı olabilir mi sonsuza dek?