LÜTFEN KAYNAK GÖSTERMEDEN KULLANMAYINIZ !
Çocuk Nasıl Öğrenir?
Çocuk en genel tanımı ile doğumdan ergenlik dönemine kadar uzanan süreçteki insanları karşılayan kavramdır. Dünyaya çok az şey bilerek –annesini emmek gibi- gelen çocuk, doğduğu andan itibaren hızlı bir öğrenme sürecine girer. Bu süreç öğrenilenlerin pekiştirilmesi ve bu pekiştirmelerin yeni kazanımlara dönüşmesi şeklinde gerçekleşir. Öğrenme, basitten başlayıp giderek karmaşık bir hal alır; zihinsel düzenin gelişmesini, böylelikle de çevreyle olan uyumu sağlar. Çocuk ilk olarak nesneleri ve onların varlıklarını kavrar. Zamanla bu kavramlar çocukta “sembol” bilincini geliştirir. Bir sembolle bu sembolü karşılayan nesne arasındaki ilişkiyi anlamlandırmaya başlayan çocuk artık keşfetmeye hazırdır. Dilin öğrenilmesi de işte bu sürecin tamamlanması ile başlar. Oluşan bu bilişsel gelişim dışında öğrenme taklit yolu ile de gerçekleşir. Yaşamının ilk dönemlerinde daha çok anne-babası ile iletişim içinde olan çocuk nasıl davranması, neye nasıl bir tepki vermesi gerektiğini ailesini kendisine model alarak öğrenir. Montessori'nin "emici zihin" diye adlandırdığı bir yetiye sahip olarak doğar. Kültür, töre, ülkü, duygu, davranış ve inançların "emilip" benimsenmesi, çocuğun doğumuyla altı yaşı arasındaki "emici zihin" döneminde gerçekleşir. Bu noktada çevrenin –özellikle de anne ve baba- davranışlarına dikkat etmek zorundadır. Benjamin Bloom zekânın %60’ının ilk altı yaş içerisinde oluştuğunu yaptığı araştırmalar sonucunda dile getirmiştir. Buna paralel olarak öğrenme sürecinin en yoğun yaşandığı dönem 0-6 yaş aralığıdır ve çocuğun karakteri bu dönemde şekillenir. Böylesine önemli bir dönem, çocuk eğitimi açısından en verimli şekilde değerlendirilmelidir. Çocuğun karakterinin oluşumunda anne-baba faktörü oldukça önemlidir. Anne-baba çocuğunu eğitirken davranışlarına ve çocuğa karşı gösterdiği yaklaşıma dikkat etmek zorundadır. Çünkü çocuk anne-baba elinde şekillenir. Çocuk yetiştirirken uygulanan farklı yaklaşımlar vardır. Yaygın olarak kullanılan yaklaşımlar; denetleyici yaklaşım, destekleyici yaklaşım ve pasif yaklaşımdır. Denetleyici yaklaşımın temelinde tutum ve davranışları değiştirme amacı güdülür. Denetleyici yaklaşım; fiziki şiddet uygulama, tehdit etme, sevgiyi ve ilgiyi esirgeme, küsme ve çocuğu aşağılama şeklinde uygulanabilir. Bu yaklaşımla büyüyen çocuklar, korkutulmuş ve sindirilmiş, huzursuz, kendine güveni olmayan, benlik saygısı düşük, karmaşık duygular içerinde ve isyankâr bir birey olarak karşımıza çıkar. Destekleyici yaklaşımda çocuğa yakın ilgi gösterilir, sözle veya dokunarak çocuğa karşı duyulan sevgi belirtilir, çocuğun benliğini onaylayan davranışlarda bulunulur. Anne-babasının göstermiş olduğu bu yaklaşımla yetişen çocuk, kendisine saygısı olan, özgüveni yerinde, iletişim becerileri yüksek, hoşgörülü ve duygularını paylaşabilen bir birey olarak yetişir. Pasif yaklaşımda ise ebeveyn ilgisiz ve kayıtsız davranışlar sergiler, hoşgörü ile boş vermeyi birbirine karıştırır. Çocuğun tüm isteklerini karşılayan bu ebeveynler çocukta “doyumsuzluk” meydana gelmesine neden olurlar. Sınırsız haklar tanınan çocuğun nerede durması gerektiği belirtilmez ve bu durumda nasıl davranması gerektiği konusunda çocuğun kafası karışır. Pasif yaklaşımla büyüyen çocuk, sosyal yaşamda kurallara uyum göstermede zorlanır. Kendisini engellemeye yönelik davranışlara tolerans gösteremez. Otokontrolleri düşüktür. Ergenlik döneminde riskli davranışlarda bulunma potansiyelleri yüksektir.
Görüldüğü gibi çocuğun bilişsel gelişimi ve ailesinin tutumu öğrenme sürecinde oldukça etkilidir. Bu kadar büyük bir öneme sahip olan okulöncesi dönem olabildiğince iyi bir şekilde değerlendirmeli, çocuğun karakteri olumlu davranış ve tutumlarla temellendirilmeli, yaşamını mutlu ve huzurlu bir biçimde geçirmesi için gerekli olan –kendine güvenme, benlik saygısı, paylaşma duygusuna sahip olma- değerler çocuğa kazandırılmalıdır.
Ceza ve Cezanın Öğrenmeye Etkisi
Ceza, istenmeyen bir davranışı ortadan kaldırmayı amaçlayan fakat bu amacı gerçekleştiremeyen, davranışın çocuğun içinde saklı kalıp zamanı gelince yeniden hatırlanmasına neden olabilecek bir “baskı” yöntemidir. Ceza fiziksel boyutta olabileceği gibi duygusal ve psikolojik boyutlarda da olabilir. Ceza, çocuğu sevdiği bir şeyden mahrum etme, belirlenen bir yerde bir süre yalnız beklemesini sağlama şeklinde olabileceği gibi fiziksel şiddet şeklinde de olabilir. Ne şekilde olursa olsun çocuğun gelişimi adına cezanın etkisi negatiftir. İstenmeyen davranış artık sergilenmiyor olsa bile ceza alan çocuğun onuru kırılır. Buna bağlı olarak çocukta öfke duygusu oluşur; bu çocuklarda saldırganlık, içine kapanıklık, çekingenlik, geçimsizlik, hırçınlık, kin tutma gibi hoş olmayan özellikler gelişir. Bunun temelinde ise cezanın utanma duygusunu yok etmesi, ezilmişlik ve aşağılık hissini meydana getirmesi, kontrolsüz öfkeyi körüklemesi ve vicdan hissini köreltmesi –ceza alan çocuk o anda duygusuz olmak zorundadır ki daha az yara alsın- vardır. Ceza, çocuklarda davranış bozukluğuna zemin hazırlar. Çünkü ceza istenmeyen başka bir davranışı tetikler. Ceza gören çocuk aldığı ceza sebebiyle anne-babasına karşı öfkelidir ve bu öfke çocuğun ebeveynlerinden uzaklaşmasına neden olur. Ayrıca istenmeyen davranış gizli bir şekilde devam ettirilebilir. Ceza alma korkusu ise çocukları yalan söylemeye sevk eder. Özellikle de şiddet içeren –dayak- cezalar çocukta derin yaralara yol açar. Bu çocukların sosyalleşmesi daha fazla zaman alır, çocuk kendini iyi ifade edemez. Ailede cezayı veren güçlü olandır, cezayı alan ise zayıftır. Bu yüzden şiddet gören çocuk kendinden küçüklere –özellikle küçük kardeşlerine karşı- şiddet uygular ve bunu bir çözüm yolu olarak benimser. Saldırgan tavırdaki bu çocuklar sosyal çevreleri tarafından da dışlanır.
Çocuk eğitiminde ceza ile terbiye etme kavramları aynıymış gibi algılanır. Oysa ceza istenmeyen davranışın hemen arkasından gelen bir sonuç iken terbiye etmek yapılması istenen davranışların, çocuğun kendisini, öfkesini nasıl kontrol etmesi gerektiğinin öğretildiği ve teşvik amaçlı ödüllendirmenin de yer aldığı bir sistemdir. Terbiye etmek, kendi içinde tutarlı ve iyi niyet taşıyan bir disiplin ile mümkündür. Disiplin; çocuğa istenilen davranış ve alışkanlıkları öğretmek, kendi kendini denetleme ve iç denetim demek olan ahlak gelişimini sağlamaktır. Disiplin, katılık ve gereksiz bir sertlik değildir. Mantıklı olmayı ve gereksiz sınırlamalardan kaçınmayı öngörür. Disiplin, çocuğun topluma uyumu üzerine yoğunlaşır ve davranışı yönlendirmeyi amaçlar. Sevgi ve güven ilişkisini geliştirmek, benlik değerinin temelini atmak, başkalarını anlayarak ve onların kişiliklerine saygı göstererek model görevini gerçekleştirmek disiplinin çocuk eğitimindeki amaçlarından birkaçıdır. Çocuk eğitiminde cezanın yerine alternatif olarak uygulanabilecek yöntemlerden biri de ödüllendirmedir. Ödüllendirme; istenilen davranışın sergilenmesi ya da kazanılan iyi bir davranışın devamını sağlamak amacı ile uygulanan olumlu bir pekiştireçtir. Ödüllendirme maddi ve manevi bir biçimde yapılabilir. Ancak maddi ödüllendirme aşırı derecede yapıldığında çocukta “Ödül yoksa iyi davranış da yok.” düşüncesinin gelişmesine sebep olabilir ve bu da çocuklarda doyumsuzluğa yol açar. Ödül daha çok manevi yönde ve birlikte oyun oynama, tiyatro ve sinemaya gitme, övgü, tensel temas ve davranışı onaylama şeklinde olmalıdır. Gösterdiği davranış için ödüllendirilen çocuk, anne-babasını mutlu ettiği için kendisini iyi hisseder. Onaylanan davranışları kendisine olan güvenini geliştirir. Sevildiğinin farkındadır ve ailesinin onu terk etmeyeceğini bilir.
Çocuk Eğitiminde “Şekillendirme” ve “Keşfetme”
Ailesine bağlı ve zorunlu olan çocuğun eğitilme ve öğrenme sürecinde kazandığı davranışların genel kaynağı anne-babadır. Ailenin yaklaşımı nasılsa ve çocuğunu eğitirken kullandığı yöntem ne ise elbette ki çocuğun eğitimi de o yönde olacaktır.
Şekillendirme; ideal çocuk modeline sahip olmak isteyen ebeveynlerin çocuğun ilgi ve yeteneklerini göz ardı ederek onları kendi istedikleri kalıplara sığdırma çabasıdır. Özellikle de ekonomik refahları yüksek olan bazı ailelerde anne-baba kendi çocukluğunda gerçekleştiremediklerini çocuklarının yapmasını ister. Bu istek doğrultusunda da çocuklarının ilgi ve yeteneklerini dikkate almazlar. Fakat önemli olan çocuğu ilgi ve yetenekleri hakkında aydınlatmak, bunları sınamak ve yeteneklerinin gelişmesi için uygun şartları sağlamaktır. Tüm bunlar yapılırken çocuğu zorlamaktan özellikle kaçınılmalıdır. Anne-babaya düşen görev çocuklarını şekillendirmek değil, ilgi ve yeteneklerinin çocuğunu şekillendirmesine müsaade etmektir. Çünkü çocuk ancak kendi ilgi ve yeteneklerini geliştirme fırsatı bulduğu zaman başarılı ve mutlu olur. Israrla çocuğu şekillendirmeye çalışmak, çocuğun huzursuz olmasına ve kendi yeteneklerine karşı duyduğu güvenin sarsılmasına yol açar. Bir taraftan kendisi olmaya, yeteneklerini geliştirmeye ve korumaya çalışan çocuk diğer taraftan da anne-babasının bitmek bilmeyen istekleri ile mücadele içinde olur. Ailesinin istediklerini yapmadığında onların sevgisini ve onayını kaybetmekten korkan çocuk suçluluk ve kaygı duyar. Çocuk kendi eylemlerini özgürce değil de, kendine biçilen rol ve istenen talebe göre gerçekleştirmektedir. Burada kabul edilemez olan çocuğun bir araç olarak görülmesi ve ondan azami kârın elde edilmesi için eğitilmesidir. Çocuğun vereceği kararlarda özgür olduğunu bilmesi onun için büyük bir rahatlıktır. Çocuk eğitiminin en iyi şekilde gerçekleştirilebilmesi için hayatlarının yetişkinlerinin istekleri doğrultusunda yönetilmemesi temel şarttır. Ailelerin yetenek beklentisi çocuk eğitiminin düşmanıdır. Çocuğu şekillendirme girişimleri çocuğun yaratıcılığını köreltir, duygusal gelişimi engeller, kafasının karışmasına yol açar. Anne-baba evlatlarına “özel öğretmen” olmamalıdır. Çocuğun ilgi ve yetenekleri doğrultusunda çabalamaya, kendini geliştirmek için çalışmaya ihtiyacı vardır. Bu yüzden ebeveynler çocukları adına karar vermekten kaçınmalıdır. Çocuğun kendilerinden bağımsız bir kişiliği olduğunu benimsemelidirler. Çocuğun doğru kararlar almasını sağlamak ancak onu kendi haline bırakmamak yapılacak en iyi şeydir. Çocuk eğitiminde “keşfetme” çocuğu gözlemleyerek ilgi ve yeteneklerini belirleme ve bunların geliştirilmesi için uygun ortamı çocuğun istekleri doğrultusunda sağlamaktır. İlgi, doğuştan değil sonradan öğrenilir. Çocuğun ilgi alanını belirleyen yaşadıklarıdır. Bu yüzden çocukların ilgileri daha çok ebeveynleri tarafından şekillendirilir. Ancak yetenek doğuştan gelen ve sonradan geliştirilebilen bir olgudur. İnsan belirli bir eğitimle ortaya çıkabilecek gizli güçlerin merkezidir. Çocuğun, alacağı eğitimin kendi yeteneklerine uygun şekilde yönlendirilmesini talep etmesi en doğal hakkıdır. Çocuğa yeteneklerini geliştirmesi için özgür bir ortam yaratılmalıdır. Çünkü böyle bir ortam çocuğu cesaretlendirir. Anne-baba çocuğun faaliyetlerine ilgi ve keyifle karşılık vermeli, onu sınırlandırmamalı, kendi kendine öğrenmesini sağlamalı ve onu teşvik etmelidir. Çocuğun yeteneklerini geliştirmesinden duyulan mutluluk çocuğa yansıtıldığında onu yeni girişimlere ve başarılara sevk eder, kendine duyduğu saygı ve güveni pekiştirir. Ebeveynin istekleri çocuğun yaşına, yeteneklerine ve ilgi duyduğu alanlara yönelik olmalı, çocuğun hayal kırıklığına uğramaması için yaşının ve yeteneklerinin üstünde bir performans beklenmemelidir. Çocuk eğitimindeki esas ölçü anne-babanın tutkuları değil, çocuğun ilgi ve yetenekleri olmalıdır. Hiçbir otorite çocuğun gelişimine mani olacak ve sınırlayacak biçimde kendini dayatmamalıdır. Anne ve baba, öyle bir ortam hazırlamalıdırlar ki, çocuk sanki her zaman anne ve babası yanındaymış gibi kendini güvenli ve hiç yanında değilmiş gibi özgür hissetsin. Böyle bir aile ortamı çocuğun kendine özgü anlayış ve düşüncesini ifade etme olanağı sağlar. Buna karşılık sağlıksız aile, çocuğun nasıl algılaması, düşünmesi ve davranması gerektiğiyle ilgilenir. Çünkü bu ana-baba için, çocukları belirli bir kalıba sokmak, onun bağımsız olarak gelişmesinden daha önemlidir. Çocuğun ilgi ve saklı kalmış yeteneklerini açığa çıkarmak oldukça zor ve meşakkatli bir iştir. Uzun süren gözlemler yapmayı ve bu gözlemleri doğru şekilde yorumlamayı gerektirir. Ancak günümüz modern anne-babasının bu iş için yeteri kadar zamanı ve gücü yoktur. Bu sebeple geliştirilen okulöncesi eğitim kurumları –anaokulu- çocuğun keşfedilmesinde alternatif bir yöntem olarak düşünülebilir. Anaokulu; bilgi aktarmaktan ziyade çocuğun yeteneklerini ortaya çıkarmayı ve bunları geliştirmeyi amaçlayan bir kurumdur. Burada kendi hakkını korumayı öğrenen çocuk aynı zamanda paylaşımcı olmayı ve başkalarının özgürlüğüne saygı duymayı da öğrenir. Çocuğun gelişimini önleyen çevrelerin etkisinin azaltılmasında ve olumsuz koşullardan ötürü çocuklar arasında doğan eşitsizliklerin ilkokula başlamadan önce giderilmesi adına anaokullarının işlevi oldukça önemlidir. Güvenli oyun imkânı sağlayan ve çocuğun yaşıtları ile birlikte bulunmasına ortam hazırlayan anaokulları, çocuğun ihtiyaçlarına cevap verebilme noktasında oldukça gelişmiştir. Çocuk eğitimi için bu raddede önemli anaokullarının sahip olması gereken bazı özelliklerin olması kuşkusuz ki oldukça tâbidir. Bir anaokulu fiziksel açıdan havadar, çocukların hareket etmesine uygun ve oyun oynayabilecekleri geniş bir bahçeye sahip olmalı, sağlık ve temizlik kurallarına dikkat edilmelidir. Bu kurumların sahip olması gereken en önemli özellik “çocuk keşif uzmanı” olarak tanımlandırabileceğimiz öğretmenlere ev sahipliği yapmalarıdır. Okulöncesi eğitim öğretmeni çocukları seven, onların gelişim özelliklerini iyi bilen, çocuğa uygun eğitimleri uygulayabilecek bir birey olmalıdır. Çocuklardaki saklı kalmış yetenekleri açığa çıkarması ve geliştirmesi beklenen bu birey, iyi bir gözlemci olmalı ve çocuğun yeteneklerini nasıl geliştirebileceğini iyi bilmelidir. Okulöncesi eğitim kurumlarında düzenlenen etkinlikler bilgi vermeye yönelik değil de daha çok temel alışkanlıkları kazandırma, pekiştirme ve çocuğun sosyalleşmesinin tamamlanası yönünde olmalıdır. Bu doğrultuda uygulanan programlar çocuğun bireysel gelişimini desteklemeli ve gerektiği durumlarda ailenin yardımının sağlanması noktasında da etkin olmalıdır.
Her çocuğun yetenekleri nasıl birbirinden farklı oluyorsa bu yetenekleri keşfetme yolları da birbirinden farklıdır. Bahsi geçen yetenek keşfetme farklılıklarından birkaçı kitlesel iletişim araçları, sanatsal faaliyetler ve oyundur. Kitle iletişim araçları sayesinde çocuk yeni insanlar, yeni hayat tarzları, “kendi ailesinden farklı” ailelerle tanışır. İletişim araçları bir anlamda çocuğun ufkunu genişletir.
Günün erken saatlerinden itibaren yayın yapmaya başlayan radyo, yapılan yayınlarla her yaştaki insan grubuna seslenir. Çocuk, sadece işitme yetisine yönelik olan radyo aracılığı ile duyduğunu anlamak için dikkatini yoğunlaştırmayı öğrenir. Değişik seslerin çocukta meydana getirdiği izlenimler hayal gücünün gelişmesine katkı sağlar. Radyoda telaffuz edilen doğru Türkçe çocuğun anadilini iyi öğrenmesi bakımından da yararlıdır.
Televizyon okulöncesi eğitim çağındaki çocuk için iyi bir eğitim-öğretim aracıdır -uygun koşullarda kullanıldığı takdirde- . Özellikle çocuklara yönelik hazırlanan programlar çocuğun gelişimini destekler niteliktedir. Çocukların izleyeceği televizyon programları onların yaşlarına ve kimliklerine uygun olmalıdır. Televizyon da tıpkı radyo gibi çocuğun dil gelişimini olumlu yönde etkiler.
Bilgisayar merak ve rekabet duygusu içinde çocuğu cesaretlendirmesi, dikkatini yoğunlaştırmayı öğretmesi, planlama ve problem çözme yeteneğini geliştirmesi, göz-el koordinasyonuna katkı sağlaması sebebiyle çocuk eğitiminde kullanılabilecek bir diğer araçtır.
Kitap, çocuklarda okuma ilgisi uyandırabilecek temel araçlardan birisidir. Çocuğun yaşına uygun, iyi resimlenmiş, temiz ve özenle basılmış bir kitap çocuk için yeni bir dünyanın anahtarı olabilir, her insanın kazanması gereken okuma alışkanlığının oluşumunda etkin rol oynayabilir. Çocuğun öğrenme açlığını gideren kitap, gelişimine de yardımcı olur.
Okulöncesi dönem çocuğu için sanatsal faaliyetler kendini ifade etme amacının ötesinde sosyalleşmeleri içinde gerekli olan bir etkinliktir. Müzik, çocuğa dinleme ve sessiz kalma alışkanlığı kazandırır. Müziği içselleştiren çocuk bunu arkadaşlarıyla iletişim kurmak -müzik eşliğinde beraber dans etme- için kullanır. Resim çocuğun iç dünyasını bize yansıtan, onun kişilik özellikleri ve zekâ seviyesi hakkında bir fikrimiz oluşmasını sağlayan bir etkinliktir. Her çocuk ellerinin denetimine sahip olmaya başladıkları andan itibaren kâğıt üzerinde bazı çizgi ve figür denemelerinde bulunur. Resim, bireysel özelliklerinin dışında çocuğun çevresi ile olan etkileşimini ve günlük deneyimlerini dışa vurur, bu da onun çizdiklerini başkalarınınkinden farklı kılar. Çocuk çizdiği resim aracılığıyla kendisini yansıtır, duygu ve düşüncelerini bu şekilde dile getirir. Henüz kelime dağarcığı oldukça kısıtlı olan çocuk için resim kendini anlatmakta kullanılabilecek en iyi yoldur. Resim tıpkı oyun gibi çocuğu doğal hali içerisinde gözlemlemek ve tanımak için oldukça ideal bir yöntemdir. Bunun yanında resim çocukların kas gelişimi, göz-el uyumu, bedensel, bilişsel ve motor öğrenmelerine yardımcı olduğu için çocuk eğitiminde kullanılması gereken bir öğrenme-eğitme-keşfetme tekniğidir. Resim, çocuğun zekâsı, kişilik özellikleri ve iç dünyasına ışık tutması, çocuktaki yeteneklerin keşfedilmesi adına da kullanılması gereken bir yöntemdir.
Çocuğun keşfedilmesinde faydalı olacak en etkili yol “oyun”dur. Oyun; çocuğu rahatlatan, ona kendi kendine yaşayarak öğrenmeyi gösteren, yeteneklerinin farkına varılmasını sağlayan bir etkinliktir. Çocuğu bize tanıtan, aynı zamanda da çocuğun yeteneklerinin farkında olmasını sağlayan oyun, çocuk için oldukça önemli bir faaliyettir. Çocuk için oyun eğlenirken öğrenmektir. Oyun oynayan çocuk, günlük gerilimlerinden bu yolla sıyrılma şansı yakalar. Oyun, içine kapanık çocuğu rahatlatırken, aşırı hareketli çocuğu da sakinleştirir. Çocuklar arasında işbirliği oluşturma davranışını geliştirir, yaşıtlarıyla daha yoğun bir ilişkiye giren çocuk birlikte yaşamayı öğrenir. Oyun bir taraftan çocuğu inceleyen bireye çocuğun kişilik, zihin ve yakın çevre özellikleri hakkında bilgi verirken bir taraftan da çocuk için eğitsel tedavi işlevini gerçekleştirmeye devam eder. Çocuğun bedensel, duygusal, zihinsel ve sosyal gelişimini destekler. Duygularını ifade edebilmesi ve büyüdüğünü yansıtabilmesi için ideal bir yoldur. Ortaya bir iş çıkarma ve ilişki kurma yeteneğini geliştirir, yardımlaşmayı öğretir. Toplumsal beceriler kazandıran oyun, duygusal doyumu sağlar ve çocuğu özgürleştirir. İlerleyen yıllarda toplum ve ahlak kurallarına uyum gösterme davranışının temelinin oluştuğu yer yine oyundur. Oyun, çocuğa kimsenin öğretemeyeceği şeyleri kendi deneyimleri sonucunda öğrenmesi adına da oldukça faydalı bir yöntemdir. Özellikle de dramatik oyunlar, çocuğun iç dünyasındaki duygularını açığa vurması noktasında oldukça önemlidir. Büyüklerini taklit eden çocuk, evcilik, doktorculuk, postacılık gibi rolleri dramatize eder. Çocuğun bu tarz oyunlardaki tutum ve davranışları sosyal öğrenmesinin boyutu hakkında bilgi verir. Oyun, çocuğun gizli dünyasıdır ve çocuk dünyasına girilmesine izin vermez. Çocuk, oyun içinde ailesinin kimliğini ifşa eder.
Okulöncesi Dönem Çocuğunun En İyi Şekilde Yetiştirilmesi İçin Çözüm Önerileri
Yazının önceki bölümlerinde de belirtildiği gibi 0-6 yaş aralığı oldukça önemlidir ve en verimli haliyle değerlendirilmelidir. Çünkü bu yaş aralığı karmaşık bir varlık olan insanın, karakterinin oluşumunun temellerini atıldığı ve hızla geliştiği dönemdir. Bu dönem içerisinde yer alan her tutum, her davranış, yaşanan her olay değiştirilmesi oldukça zor olan karakter üzerinde bir iz bırakır. Kişilik dediğimiz kavram işte bu izsel bütünlüğün bir yansımasıdır. Çocuğun kişiliği oluşturulurken bu çabanın onun ilgi, yetenek ve talepleri doğrultusunda olmasına dikkat edilmeli ve dolaylı bir yoldan gerçekleşen “çocuk şekillendirme işlevi” titizlikle yürütülmelidir. Çocuğun iyi huy, iyi davranış ve iyi niteliklere sahip bir birey olarak yetişmesi sadece kendi yararına bir durum olmanın oldukça ötesindedir. Çünkü çocukların sağlıklı bir şekilde büyümeleri, başarılı bir yetişkinliğin, sorumluluk sahibi vatandaşlığın, ekonomik anlamda üretkenliğin, güçlü halkların ve adil, eşit bir toplumun oluşmasını sağlar. Peki, bireyin şahsi yaşamı ve topluma sağlayacağı fayda açısından bu kadar önemli olan bu dönemi verimli bir tarlaya dönüştürmek için neler yapılabilir?
Çocuğun karakter oluşumu devresinde başrolleri oynayan anne-babaları eğitmek için ana-babalık kursları açılabilir, bu şekilde de başrol oyuncularının iyi bir performans sergilemesi sağlanabilir. Anne-babaların bu tür kurslara katılımlarını ve katılımların devamını sağlamak adına teşvik etmek amacı ile kursu tamamlayan her anne-babaya çeyrek altın verilebilir. (Ödül vaat eden bilimsel ve sanatsal yarışmalara ilgi ve katılımın fazla olmasında insanları katılıma teşvik eden ödüller oldukça etkilidir. İşte bu sebeple önemi hiç de göz ardı edilemeyecek olan çocuk yetiştirme eğitimi teşvik edilebilir ve ödüllendirilebilir)
Çocuk eğitimi ve karakter oluşumunu olumsuz yönde etkileyen ve çocukta unutulmayan izler bırakan ceza yöntemi ebeveynin zihnine yerleşen “uygulanabilir” yaftasından kurtarılmalıdır. Ceza, anne-babanın öfkeli olduğu ve buna bağlı olarak o anlarda kendini kontrol edememesi, mantıklı düşünememesi durumunda uygulanır. Bu sebeple ceza uygulamasına karşı alınabilecek en iyi çözüm kendi kendini kontrol edebilen, sabırlı, öfkesine yenik düşmeyen ve mantığının iplerini elinden bırakmayan ebeveynler yetiştirmektir. Bu fikrin uygulama aşamasında öfke kontrol seminerleri verilmeli, bu seminerlere katılımın en yüksek seviyede olması için seminerler ilgi çekici hale getirilmeli ve her anne-babaya ulaşabilmesi için devlet eli altında yürütülmelidir.
Okulöncesi eğitim kurumlarının, çocuğun yeteneklerinin keşfinde ve çocukluk eğitimde oynadığı rol ve üstlendiği görev tartışmasız oldukça önemlidir. Çünkü bu kurumlar çocuk eğitiminde akademik bilgi sahibi ve nasıl çocuk yetiştirilmesi, ilgi ve yeteneklerinin nasıl gün yüzüne çıkarılması gerektiğini bilen öğretmenlerin görev yaptığı yerdir. Çocuğun ebeveynleri tarafından –özellikle ilk çocuk- deneme-yanılma yoluyla yetiştirilmeye ve keşfedilmeye çalışılması, bir yandan da doğru sanılan cezanın uygulanması çocuk için pek de yararlı bir yetiştirme yolu değildir. Bu açıdan bakıldığında çocuğun eğitim ve yeteneklerinin keşfedilmesi görevini bu alanda uzmanlaşmış insanlarla paylaşmak oldukça mantıklı bir karar olacaktır. Fakat ne yazık ki ülkemizde bu kurumlar çok yaygın değildir ve ekonomik durumu iyi olmayan aileler okulöncesi eğitim kurumlarından fayda sağlayamamaktadır. Ülkemizde 5-7 yaş grubundaki çocukların %33’ünün bu tür kurumlara erişimi sağlanırken bu oran Belçika’da %99, Almanya ve Fransa’da %100, Yunanistan’da ise %56’dır. Ancak bazı pilot illerde -32 il- uygulanmaya başlayan ve devlet tarafından koordine edilen uygulama ile ülkemize 6-7 yaş arası çocuk grubunun %51’inin okullulaşması sağlanmıştır. Maalesef ülkemizin sekiz ilinde –İstanbul, Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin, Ağrı, Van ve Hakkâri- bu oran halen %25’in altındadır. Türkiye’de uygulanacak olan bu yaptırımın fayda-maliyet oranı 4.35 ila 6.31 arasında bir değer olarak hesaplanmıştır. İşte tüm bu sebeplerden ötürü okulöncesi eğitim zorunlu eğitim kapsamına alınmalı ve ücretsiz olmalıdır. Ancak bu şekilde ilkokula başlamadan çocuklar arasında oluşan fark kapatılabilir ve eşitlik sağlanabilir. Vatandaşları arasında eşitlik ilkesini sağlamakla yükümlü olan devlet, oldukça kârlı bir iş olan bu okulöncesi çocuk eğitiminin anaokullarında zorunlu ve parasız olması için harekete geçmek zorundadır. Zorunlu ve parasız olarak uygulanacak olan bu anaokulu eğitiminde ortak bir müfredat oluşturulmalı ve bu şekilde çocuklar arasında oluşabilecek eşitsizliğin giderilmesi sağlanmalıdır. Ancak müfredat oluşturulurken -özüne sadık kalmak şartı ile- bölgesel esneklikler yapılabilir.
Radyonun çocuk üzerindeki etkileri ve hayal gücünü, dil gelişimi olumlu yönde geliştirmesi göz önüne alındığında çocuklara yönelik radyo saatleri oluşturmak okulöncesi dönemdeki çocuk için kendini geliştirmesi adına önemli bir fırsat tanımaktır. Çocuklara özel yayın yapan radyo kanallarının sayısı oldukça azdır. Çocuk-radyo ilişkisini geliştirmek için çocukların zihnen en aktif olduğu günün iki saatlik dilimi çocuk yayınlarına ayrılmalı, bu iki saat içerisinde tüm radyolar çocuklara yönelik yayın yapılmalıdır. Çocuklar tarafından en çok dinlenen ve gelişimleri adına en çok fayda sağlayan radyo kanalı ödüllendirilmelidir. Yapılacak bu yayınlarda anadilimiz Türkçenin doğru kullanımına ve çocukları geliştirecek etkinliklerin onların yaşları, zekâları, bilişsel ve motor öğrenmelerine yönelik olmasına dikkat edilmelidir. Bu noktada da bu yayınları denetleyen kurumlara önemli görevler düşmektedir.
Çocukların bilişsel ve motor öğrenmelerini, zihinsel gelişimlerini takip etmek, ilgilerini belirleyebilmek ve gizil haldeki yeteneklerini keşfetmek için “çocuk gelişim takibi çizelgeleri” hazırlanmalıdır. Uygulama açısından aşı kartlarına benzetilebilecek olan bu çizelgelerin takibi ana çocuk sağlığı ve aile planlama merkezleri tarafından gerçekleştirilmelidir. Takip bir ay süre ile yapılmalı ve belirlenen ay ve yaş gruplarında görülmesi gereken özellikler, gelişimler çizelgeye aktarılmalıdır. Bu merkezlerde devlet tarafından pedagoglar görevlendirilmeli, böylece de çocuğun bedensel gelişiminin yanı sıra ruhsal gelişimi de takip edilmelidir. Kırsal kesimlerde bu projenin uygulandığı ilk yıllarda sıkıntı yaşanabilir. Ancak okulöncesi eğitimin önemi ve çocuğun gelişimine kazandırdıkları öğrenildikçe ilgi artacaktır. Kırsal kesimlerde bu çizelge sisteminin uygulanması adına bu hizmet sağlık ocakları ve halk eğitim merkezlerinde de verilebilir. Halk eğitim merkezlerine bu konuda yetiştirilmiş görevlilerin yollanması projenin kırsal kesimlerde de uygulanmasını kolaylaştıracaktır.
Sonuç Olarak:
Ceza, çocuk eğitiminde başvurulması doğru olmayan bir yöntemdir. Çünkü çocuklarda kendilerini yetersiz hissetmeye, saldırganlığa, yalan söylemeye, içine kapanıklılığa, hırslılık ve hırçınlığa yol açar. Ayrıca çocuğun psikolojisinde yaratacağı olumsuz etkiler mutlu bir çocuk olmasına engel olacaktır. Özellikle de fiziksel ceza olarak tanımlanan dayak çocuklar üzerinde iyileşmeyecek yaralara sebebiyet verecektir. Ceza yerine çocuk eğitiminde başka bir alternatif olan ve çocuğu olumlu yönde motive eden ödüle başvurulmalıdır. Çocuğun yeteneklerinin farkına varması, davranış ve tutumlarının ailesi tarafından ilgi ve takdirle karşılanması ve bunun çocuğa yansıtılması adına ödül çocuğun yeteneklerini geliştirmesine ve yeni alanlarda kendini göstermek için motive olmasına zemin hazırlar. Bu çocuklar kendine güveni yerinde, benlik saygısı yüksek, iletişim becerileri gelişmiş, yeni atılımlardan korkmayan bireyler olarak yetişir. Tüm bu yönleri ele alındığında ödülün ceza yerine kullanılmasının yerinde bir karar olduğu görülmektedir.
Çocuğu eğitirken onu şekillendirmeye çalışmak da tıpkı ceza gibi doğru olmayan bir yaklaşımdır. Anne-babanın çocuğunu kendi istekleri doğrultusunda yetiştirmeye çalışması, onu sınırlandırması ve en önemlisi çocuğun ilgi ve yeteneklerini göz ardı etmesi son derece yanlış bir tutumdur. Çünkü bu çocuğun yeteneklerini küçümsemesine, kendini işe yaramaz hissetmesine sebep olur. Çocuğu keşfetmek ise doğru olandır. İlgi ve yetenekleri keşfedilmiş ve bunların geliştirilmesi için teşvik edilen çocuk işe yaradığını, anne-babasının kendisiyle gurur duyduğunu gördükçe mutlu olacak ve yeni atılımlara girişecektir. Çocuk, ancak kendi yeteneklerinin farkına vardığı ve bunları geliştirme olanağı bulduğu zaman mutlu olabilir.
Birey olma aşamasında en önemli dönem olan okulöncesi eğitim döneminde çocuk eğitiminin en doğru ve en verimli şekilde yapılabilmesi için bazı çözümlerin üretilmesi gerekmektedir. Anne-baba eğitim kursları açmak ve kurslara katılımı ve katılımın devamını sağlamak amacı ile kursu bitirenlere çeyrek altın vermek bir çözüm olabilir. Çocuğun cezalandırılmasının altında yapan ebeveyn öfkesi ve bu öfkenin kontrol edilememesi yatar. Bu yüzden ebeveynlere öfke kontrol etme seminerleri verilebilir. Çocuk eğitimi için büyük bir önem arz eden anaokulları zorunlu ve parasız hale getirilebilir ve bu kurumlarda ortak müfredat –eşitliğin sağlanması adına- geliştirilebilir. Çocukların zihninin en açık olduğu günün iki saati boyunca radyoda çocuklara yönelik yayın yapılabilir. Çocuk gelişim çizelgeleri oluşturulup çocuğun fiziksel, psikolojik gelişimi, bilişsel ve motor öğrenme süreci takip edilebilir ve yeteneklerinin açığa çıkarılması sağlanabilir. Uygulanacak bu yöntem, anne çocuk sağlığı ve aile planlama merkezlerinde verilmeli, çözümün kırsal kesimlere ulaşabilmesi adına da bu hizmet sağlık ocakları ve halk eğitim merkezlerinde –bu konuda uzman kişilerin görevlendirilmesi şartı ile- verilebilir.
KAYNAKÇA
Çakmaklı, Kemal, Psiko-sosyal Sağlığın Korunması, Koruyucu Ruh Sağlığı, Seha Neşriyat ve Ticaret A.Ş. , İstanbul, 1997
Dodson, Fitzhugh, Çocuğunuzu Tanıyor Musunuz? , Denge Yayınları, İstanbul, 1999
Durmuş, Adem, Çocukta Öz Güven Gelişimi ve Karakter Eğitimi, Nesil Yayıncılık, İstanbul, 2006
Ergin, Nevin, Çocuğunuz ve Siz, Güneşli Kitaplar, İstanbul, 1993
Oktay, Ayla, Ana-Baba Okulu, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999
Yavuzer, Haluk, Ana-Baba ve Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000
Yavuzer, Haluk, Çocuğu Anlamak ve Tanımak, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2003
Yavuzer, Haluk, Çocuğunuzun İlk Altı Yılı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000
Yavuzer, Haluk, Çocuk Eğitimi El Kitabı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2001
Yaycı, Levent, Ailem “Herşeyim”, Fatih Belediyesi Başkanlığı Eğitim ve Kültür Yayınları Dizisi, İstanbul, 2009
Yüter, Ahmet, Çocuk Yetiştirmede Altın Kurallar, Türdav Yayınları, İstanbul, 2000
okulweb.meb.gov.tr/34/18/965173/ailetutumlari.html
www.7cokgec.org/arastirmalar_ve_yayinlar.php
www.acev.org
okulweb.meb.gov.tr/34/18/965173/ailetutumlari.html Dodson, Fitzhugh, Çocuğunuzu Tanıyor Musunuz?, Denge Yayınları, İstanbul, 1999 Yavuzer, Haluk, Çocuk Eğitimi El Kitabı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2001 Durmuş, Adem, Çocukta Öz Güven Gelişimi Ve Karakter Eğitimi, Nesil Yayıncılık, İstanbul, 2006 Yavuzer, Haluk, Anne-Baba Ve Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000